Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) başkanlık seçimleri birkaç gün içinde sonuçlanacak. Dünya, ABD merkezli bir malî krizle çalkalanırken bu seçim sonuçlarının ne olacağı da elbette büyük önem kazanıyor. Bence bu seçimleri Barak Obama kazanacak. Bugüne kadar siyah ırktan kimsenin adaylığa bile yükselemediği ABD’de Barak Obama’nın Demokrat Parti adayı olabilmesi dahi bu seçimlerde Obama’nın şansının ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor.
Eğer Obama’nın başkanlık şansının olmayacağı düşünülseydi adaylığı mümkün olabilir miydi? Hillary Clinton gibi dişli bir aday adayı karşısında Obama gibi genç, tecrübesiz ve üstelik siyahî birine öne geçme fırsatı tanınır mıydı? Ya da Obama gibi biri Demokrat Parti’den adaylık sürecinde ilerlerken; Cumhuriyetçi Parti kendisine aday olarak, yaşı hayli ilerlemiş ve son derece yıpranmış Bush yönetiminin övgüsünü alan McCain’i seçer miydi? Bu soruların muhtemel cevaplarına dayanan bir tahlil belki şöyle yapılabilir: Hayır! Eğer Obama’nın Cumhuriyetçiler karşısında seçimleri kazanması mümkün görülmeseydi, Demokrat Parti içerisinde son derece güçlü bir senatörün; hele hele eski bir başkan eşi olan Hillary Clinton’ın yerine Obama’nın başkan adaylığına izin verilmezdi. Öte yandan McCain, belki küçük Bush’a karşı aday adayı olduğu sekiz yıl önceki yarışta iyi bir aday olabilecekken bu defa Cumhuriyetçi kanat için hiç de makûl ve mantıklı biri gibi görünmüyor. Amerikan siyasî sistemi ve bu sistemin dayandığı sosyo-ekonomik temeller bu yöndeki bir tahmini güçlendiriyor. Ayrıca ABD’de siyasetin ve seçim kampanyalarının nasıl finanse edildiği; hele hele seçim süreçlerinde medyanın kazandığı önemin boyutu da dikkate alındığında durup düşünmek gerekiyor. Başka bir ifadeyle, öncelikle ‘the American establishment’ın yani ABD’ye hâkim olan yerleşik sosyo-ekonomik kurumsal yapının başkanlık seçiminin nasıl sonuçlanmasını tercih edeceği düşünülmeli. Çöplerden bile oy pusulaları çıkan Kasım 2000'deki başkanlık seçimlerinin Florida’daki beş yüz küsur oy farkına dayanarak Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin kararıyla kesinleştiği, üstelik bu yolla seçilen başkanın bütün dünyanın çehresini değiştirmeye giriştiği geçen sekiz yılın, dünyada birilerinin dehşetli ızdırabı pahasına başka birilerine büyük servetler kazandırdığı dikkate alındığında, bu ‘tercih’in önemi belirginleşiyor.
Şimdi bu tercihin muhtemel sebeplerinden en önemlisine eğileyim: ABD son yıllarda dünya üzerindeki ‘yumuşak gücünü’ büyük ölçüde yitirmiştir. ABD her ne kadar, son derece büyük bir iktisadî, siyasî ve askerî dünya gücü olmakla birlikte, herhangi bir güç gibi meşruiyet içinde hareket etmeye ya da en azından meşruiyet içinde hareket ettiği kanısını yaratmaya mecburdur. Bu ABD’nin dünyada sevilmesi, saygı görmesi, sonuçta kolay hareket etmesi için gereklidir. Oysa ABD’nin son yıllarda uyguladığı politikalar bu ülkeye karşı, başka ülkelerin vatandaşları arasında ciddî tepki toplamaktadır. Sözü edilen tepki Amerika’nın yumuşak gücünün gerilemesiyle sonuçlanmıştır. O halde iktisadî, siyasî ve askeri gücüne rağmen ABD yumuşak gücünü yeniden kazanmak zorundadır. Cumhuriyetçi Parti’nin Bush başkanlığındaki son sekiz yılı, bu gücün büyük ölçüde yitirilmesine sebep olduğu gibi McCain’nin de bu gücün yeniden kazanılması yönünde, dünya kamuoyu üzerinde olumlu tesir yaratabileceğine dair hiçbir belirti görünmüyor.
Oysa Demokrat Obama herşeyden evvel bir siyahî genç adam. Konuşma tarzı ve söyledikleri McCain’inkinden çok farklı. Üstelik ABD’de geleneksel olarak daha soldaymış gibi duran Demokrat Parti’nin adayı. Başka ülkelerin yurttaşlarıyla, hatta ABD’de yaşayan yabancılarla konuştuğunuzda ‘kara oğlan’ diye anılan bu genç adamın sempati topladığını görmek güç değil. Fakat dikkat edelim, Obama dahi söylediklerinde çoğu zaman ileride neyi yapıp neyi yapamayacağı kaygısıyla hareket ediyormuş izlenimi veriyor.
ABD’nin böyle giderse bedelini bir hayli ağır ödeyeceği yumuşak gücün yitirilmesi sürecini tersine çevirebilmek için, bir değişikliğe büyük ihtiyaç duyduğu gerçeğini Amerikan toplumunun hakîm çevrelerinin görmemesi mümkün değil.
Tartışmanın ayrıca son malî krizin bu ülkede gerçekleştirilmesini zorladığı iktisadî politika değişikliği ile ilişkili bir yönü de var. Yeni dönemde uygulanacak politikaların niteliği, daha Bush dönemi tamamlanmadan açığa çıktı bile. Yeni dönem, neoliberalizmin sonlandığı, devlet müdahalesinin yoğunlaştığı ve devlet kapitalizminin belirginleştiği bir dönem olacak gibi görünüyor. Bu politikaların uygulanması bakımından Cumhuriyetçiler yerine Demokratların tercih edilmesi de şaşırtıcı olmayacak.
Öte yandan, unutulmamasında fayda olan çok önemli bir konu daha var: ABD’yi yöneten hükûmetler başkanların ve siyasî partilerin kimliklerinden daha çok, sisteme hâkim olan grupların, çoğunlukla da çokuluslu ABD şirketlerine hükmedenlerin nüfuzu altında olsalar gerek. Obama’nın başkanlığı da bu gerçeği değiştirmeyecektir. Tersine, Obama’nın başkanlığına belirttiğim sebeplerle bizzat bu çevrelerce ihtiyaç duyuluyor. Sözün kısası, galiba ABD, başkanlık seçimleri yoluyla dahi süper gücünü muhafazanın yollarını arıyor. Yine de yeni dünyanın eskisinden çok farklı olacağı iyice belirginleşti bile...
Not: Yumuşak güç kavramı için bkz. Joseph S. Nye, Yumuşak Güç - Dünya Siyasetinde Başarının Yolu, Elips Yayınları, (Türkçesi) 2005.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder