24 Mayıs 2011 Salı

Yurt dışında firma avlamalı

Kriz fırsat olabilir mi? Evet! İktisat tarihi bunun örnekleriyle doludur. Kriz bazıları için felâkettir, bazıları içinse fırsat. Dünyanın gelişmiş ülkelerinden bazıları krizin etkileriyle hâlâ boğuşuyorlar. Bazılarının felâketi başkalarının fırsatı olabilir.

Türk firmaları eklemlendikleri küresel değer zinciri üzerinde terfi etmek istiyor. Bu aslında bir zorunluluk: Eğer yaratılan nihaî değer içindeki payınızın büyümesini istiyorsanız, değer zinciri hiyerarşisinde yukarılara çıkmanız, başka bir ifadeyle terfi etmeniz şart. O hâlde firmanız rakiplerine kıyasla bazı üstünlüklere ya da avantajlara sahip olmalı. Meselâ daha üstün teknoloji, pazarlama becerisi, dağıtım zincirini kontrol gücü ya da örgütsel kapasite... Türk firmalarının kendilerini bu hususlarda geliştirmeleri gerekiyor. Hem de süratle. Peki nasıl? İşin özü öğrenmek kavramında saklı. Yeni becerilerin başkalarından öğrenilmesi ve içselleştirilmesi amaca ulaşmada belki de en kestirme yol. Öğrenmenin ve içselleştirmenin de türlü yolları var tabii… Acaba bunlardan biri, işaret edilen türden üstünlüklere sahip olan yabancı firmaların satın alınması olabilir mi? Niçin olmasın! Yurt dışında yatırım yapmak sanıldığı kadar da zor değil artık. Ve en önemlisi sadece büyük firmaların gücünün yetebileceği kadar zor değil. Görece küçük firmaların da dış yatırımcı olması bal gibi mümkün. Daha da önemlisi mümkün olduğu kadar gerekli. Bakın neden.

Profesör Dunning firmaların kendi ülkelerinden başka ülkelerde yaptıkları doğrudan yatırımları (doğrudan dış yatırımları) “pazar arayanlar”, “etkinlik arayanlar”, “kaynak arayanlar” ve “stratejik aktif arayanlar” biçiminde sınıflıyor. Bunların arasında özellikle “stratejik aktif” arayışının üzerinde durmamızda fayda var. Örneklerle açıklayalım isterseniz. Ülker 850 milyon dolar ödeyip Godiva’yı niçin satın aldı? Cevap basit: Çünkü Godiva markası Ülker için stratejik bir aktif; Batılı pazarlara açılmanın bir aracı. Bu marka değil teknoloji de olabilirdi.

Avrupa ülkeleri ciddi bir nüfus sorunuyla karşı karşıyalar. Nüfusları artmıyor hatta geriliyor. Bu durum Avrupa’nın ekonomisini de yakından ilgilendiriyor. Konu sadece sosyal güvenlik sisteminin tıkanmasından ibaret değil. Aile firmaları söz konusu olduğunda, bir firmanın yönetimini üstlenebilecek gençlerin arkadan gelmemesi hâlinde bu firmanın yaşabilmesi kolay mı? Bu durumda bir işadamı olsanız ne yaparsınız? Belki de en kolayı firmanızı satmak olurdu değil mi?

Sözün kısası özellikle Avrupa’da (ki bize hem coğrafi hem de psikolojik olarak hayli yakın) ve Amerika’da satılık firmalar var. Şu ya da bu sebeple, ya ekonomik krizin yarattığı koşullar ya da demografik baskılar altında satılık olan firmalar bunlar. İlginç olanı, bu firmalardan en azından bir bölümü Türk firmalarında bulunmayan bazı stratejik aktiflere de sahipler. O hâlde bu firmaları satın alarak küresel değer zincirinde yükselmemizi sağlayacak bazı avantajları yakalayamaz mıyız? Neden olmasın? Üstelik, Ülker ve Godiva örneğinde olduğu gibi sadece devlere özgü olmaktan ibaret de değil bu imkânlar. Elbette bu aşamada cevaplanması gereken sorular var: Birincisi finansmana dair: “Böyle bir devralma nasıl finanse edilebilir” diye sorabilirsiniz. Hiç şüpheniz olmasın ki cevap sizi bile şaşırtabilir. Finansman konusu uzun hikâye olduğu için müsaadenizle sonraki bir yazıda üzerinde duracağız.

Başka bir soru şu olabilir:” Peki nereden bulacağız bu satılık firmaları?” Aslına bakılırsa işiniz eskisinden kolay. Çoğu zaman olduğu gibi işe internette googlelayarak başlayabilirsiniz. (Misâl: Şu anda benim önümde açık olan bir sitede sadece makine ve metal sanayinde 663 satılık firmanın ilânı var.) İnternet üzerinde yapılabilecek bir ilk araştırmanın ötesinde başka yollar mevcut. Türk bankacılık sektörünün neredeyse yarısı yabancı sermayeli bankaların kontrolünde ya... (Yıllar önce bu durumun Türkiye’deki firmaların yabancılar tarafından satın alınmasını kolaylaştıracağını yazmıştım. Bu görüşümün hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü “bankacılık esasen istihbarat işidir, sanıldığı gibi para işi değil”!) Duruma şimdi fırsat olarak bakalım: Türk firmaları Türkiye’de yerleşik yabancı bankalardan, faaliyette bulundukları diğer ülkelerde satılık (kimi durumda kelepir) firmalar bulmalarını isteselerdi acaba ne cevap alırlardı? Taş attık da kolumuz mu yoruldu?

Bu söylediklerimi zaten yapıyor olan Türk firmaları var. Onlardan birinin tecrübeli patronunun anlattıkları çarpıcı: Adı bende saklı bu firma yıllar içinde geliştirdiği yöntemlerle dış pazarlarda rekabet edebilen makineler üretiyor. Fakat daha iyisini yapabilmek için ihtiyaç duyduğu teknoloji küçük bir Alman firmasının elinde. Yabancı firma teknolojisini satmıyor tabii. Bunun üzerine ilk aşamada bu firmada çalışan bazı mühendisler cazip ücret teklifleriyle “ayartılıyor”. Sonraki aşamada ise Alman firmasının “satın alınması” gündeme giriyor. İşte bu değer zincirinde yükselmenin en etkili yollarından biri.

Bugün Çin’den çok korkuluyor. Neden peki? Çünkü Çin hızla öğreniyor. Çin’in öğrenme sürecinin en önemli parçalarından biri Çinli firmaların yurt dışında firma avlıyor olmaları...

Rastgele!

Bu yazı Dünya Gazetesi'nin eki olarak dağıtılan OSTİM Organize Sanayi Gazetesi'nin Mayıs 2011 sayısında (sayfa 18) yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: