Bu yazı fotoğraflı olsun istedim ve yazının içine aşağıdaki üç fotoğrafı da ekledim. Çünkü bazen bir fotoğraf karesi sayfalarca yazının anlatamadığını anlatabiliyor.
İlk iki fotoğraf Almanya’nın güneyindeki küçük bir kentten, Würzburg’dan.
Würzburg’un nüfusu 130 bin. Sıradan küçük bir Alman kenti ve tabii tertemiz, pırıl pırıl. İçinden Main nehri geçiyor. Main’ın kıyıları da tertemiz. Kentin eski taş köprüsü (Alte Mainbrücke) sadece yayaların ve bisikletlilerin kullanımına açık. Bu köprü özellikle de hava iyi olduğunda bir buluşma yeri. İnsanlar gelip köprü üzerinde sohbet ediyor, günün yorgunluğunu atıyor, kent kültürünün bir parçası olarak şarap içiyor. Manzarayı seyrediyor, gelip geçen nehir gemilerine bakıyor, şarkı söyleyip gitar çalıyor. Bu tür mekânları irili ufaklı yüzlerce Avrupa kentinde görmek mümkün.
Üçüncü fotoğraf ise İzmir Mavişehir’den.
Mavişehir’de deniz kıyısı da bir buluşma yeri. Burada da kimileri müzik yapıyor. Kimisi birasını, rakısını, çayını yudumluyor. Spor yapanlar, yürüyüşe çıkanlar, ailesiyle piknik yapanlar, bisiklete binenler… Körfezin güzelliği muhteşem… Doğa harikası… Biraz ötede kuş cenneti… Burada olabilmek çok büyük ayrıcalık… Ama… Ya denizin kıyısı? Ya denizin dibi?
Üçüncü fotoğraf, kıyıdan bakıldığında deniz altında neler görebileceğinize dair çarpıcı bir fikir veriyor. Neler görmüyorsunuz ki kıyıda ya da deniz dibinde. Bir yanda muhteşem bir güzellik; yosunlar, balıklar, başka deniz canlıları. Ama öte yandan; şişeler, teneke kutular, naylon poşetler… Kıyının hâlini hiç anlatmaya bile gerek yok!
Düşününce şaşırtıcı olan sadece kirlilik, bilinçsizlik, düşüncesizlik, sonraki kuşaklara ihanet de değil. Bir şey daha var: Umursamazca fırlatılıp atılan şişelerin, kutuların, hatta naylon torbaların aslında parasal değeri de var. Yani kirlilik ve israf yan yana…
Bu görüntü ne Mavişehir’e ne de İzmir’e özgü. Maalesef ülkemizin hemen hemen her yanı aynı durumda ve gidişat daha da kötüye işaret ediyor. Bu durumun gerisinde bir “kültür” sorunu var.
Dolayısıyla konumuz netleşmeye başlıyor: Çevre kirliliği ve “döngüsel ekonomi”. Çevre kirliliği üçüncü fotoğrafta biraz olsun görünüyor.
Döngüsel ekonomi kavramı ise son zamanlarda sıkça duyulmaya başlansa da bu konudan toplumun yeterince haberdar olduğu söylenemez.
Döngüsel ekonomi modeli, doğrusal ekonomi modelinin tersi. Doğrusal ekonomide her şey sıfırdan üretiliyor; kullanılıyor ve kalanı çöp oluyor. Oysa döngüsel ekonomi modelinde geri dönüşüm esas ve bir uçta başlayıp diğer uçta biten bir üretim-tüketim kurgusu yerine kendi kendini besleyen; olabildiğince az “çöp” yaratan bir sistem var. Hatta uzun vadede hedef “çöp üretmeyen tüketim”.
Kısacası, döngüsel ekonomide amaç tüketimden arta kalan maddeleri geri dönüşüme sokarak ekonomiye yeniden kazandırılmalarını sağlamak. Geri dönüşüm kavramı yıllardır, Türkiye dâhil pek çok ülkenin gündeminde. İzmir’de de geri dönüşüm işinde çalışan firmalar bile var. Sokaklarda kâğıt, cam ve plastik şişe toplayanlar bile kendilerini “geri dönüşüm işçisi” diye tanıtmayı tercih ediyor.
Oysa “döngüsel ekonomi” kavramı artık sıradanlaşmış “geri dönüşüm” kavramından daha öte bir aşamaya işaret ediyor. Bu kavramın gerisinde “bir yaşam felsefesi” var “bir kültür” var.
Zaten döngüsel ekonomiyi, toplumun bu alandaki bilinç düzeyini yükseltip, yaygın kültürünün bir parçası hâline getirmedikçe benimsemeniz ve başarılı kılmanız imkânsız.
Almanya döngüsel ekonominin dünyadaki öncülerinden. Ülkedeki çevre bilinci zaten onlarca yıldır çok yüksek. Son yirmi yıldır da tüm ekonomik sistem döngüsel ekonominin gereklerine göre tasarlanmış durumda.
Almanya doğal kaynakları zengin bir ülke değil. Özellikle makine, petrokimya ve ilişkili sektörlerde devasa bir hammadde ithalatçısı. Döngüsel ekonomi uygulamasındaki başarısıyla hammadde ihracatını zaman içinde aşağıya çekmeyi başarmış. İleride daha da büyük mesafe almayı hedefliyor.
Bir yanda dışa daha az bağımlı ve kullandığını sürekli yeniden üretime sokabilen bir Alman sanayii; diğer yanda tertemiz Alman kentleri, kırları, nehir kenarları var.
Alman turizm sektörü de bizimkinden çok daha fazlasını kazanıyor. Görünen o ki bizde toplumun geneli çevre temizmiş, kirliymiş dert etmiyor belli ki. Fakat turizm endüstrisi için bu konu hayati.
Bakın çevre kirliği, sürdürülebilirlik, doğanın muhafazası, sahi olunan çevrenin gelecek nesillere aktarılması gibi çok önemli konulara değinmedim bile.
Başta da söylediğim gibi uzun uzun anlatmaya ne gerek var? Fotoğraflar yetiyor. Görüntüler anlatıyor ve hem de benden daha iyi.
Bu yazı ilk kez Gerçekİzmir internet haber portalında 29 Ocak 2018 Pazartesi günü yayınlanmıştır.