Gerçek ya da eski dildeki karşılığıyla hakikat nedir? Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde gerçek kelimesinin anlamları on maddede sıralanıyor. Bunlardan sadece bazıları bu denemenin konusuyla doğrudan ilgili. Örneğin, gerçek “[y]alan olmayan, doğru olan şey[dir]; [b]ir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan[dır]; [d]oğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan[dır]; [d]üşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan[dır]”. Oxford sözlüğü ise kavramı şöyle tanımlıyor: “[Gerçek] el ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam anlamıyla var olan, varlığı hiçbir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu, bir nesne ya da bir nitelik olarak var olan; kendisi gibi olan, aslına uygun bulunan, yapay olmayan[dır].”
Benim gerçek tanımım ise çok yalın: Gerçek ‘olandır’!
Dolayısıyla gerçek, ona dair ‘algılardan’ bağımsızdır; objektiftir. Kim nasıl
görürse görsün, kim ne derse desin, kim nasıl tanımlarsa tanımlasın; gerçek ‘olandır’;
‘o’ ne ise odur. Ona dair söylenenlerden bağımsızdır. Nesneldir.
Burada ‘algı’ kavramını özellikle vurguladım! Çünkü bütün bu
söylediklerim akla ‘algı’ kavramını da getirmelidir. Benim anladığım hâliyle
gerçek ‘ona dair’ kimin ne düşündüğünden, ne söylediğinden bağımsız; ne ise ‘o’
olduğuna göre; ‘ona dair’ söylenenlerin veya onun nasıl görüldüğünün ‘öznel’
bir yanı olabilir.
Bu şu anlama gelir: Eğer üzerinde konuşulan gerçek, bazıları
tarafından ‘dürüstçe’ diğerlerinin tanımladığından farklı tanımlanıyorsa bunun
sebebi olsa olsa tanımlayanların algılarının ‘öznel’ oluşundan kaynaklanır.
Aslında bu da son derece doğaldır. Çünkü insan kendi doğası gereği kimi durumda
(ya da çoğu durumda) algılarının esiridir. İnsan herşeyi kendi filtrelerinin
izin verdiği biçimde görme ya da değerlendirme eğilimindedir. O filtreler
kişinin nerede, hangi aileye doğduğundan başlayarak; öğrenimine, inançlarına,
tecrübesine bağlıdır. Her insan kendi hayatının ürünüdür. Dolayısıyla ‘gerçek’
tek ve aynı olsa da; her insan için ayrı ayrı ‘gerçeklikler’ olabilir. Bu
sebeple şunu iddia etmek güç olmayacaktır: Çoğu zaman herkesin gerçeği
gerçekten az ya da çok sapabilir. Bu durum “Biri doğdu” ya da “Biri öldü”
denebilecek kadar somut durumlarda asgari ölçüde olsa da bazı başka konularda
daha yüksek düzeylerde kendisini gösterebilir.
İnsan doğasının bu yönünün, insan tarafından keşfi hiç de
yeni değildir. İnsanın bu zaafiyeti çağlar boyunca birileri tarafından
kullanılmıştır. Gerçekleşeni değiştirmek mümkün olamayacağına göre, gerçeklik
algısını değiştirerek insanları yönlendirmek her zaman mümkün olmuştur. Bunun
türlü yöntemleri vardır. Bu yöntemlerin genel adını koyarken kimi ‘halkla
ilişkiler’ kimiyse ‘propaganda’ kavramlarını kullanmayı tercih etmiştir. Başka
isimler de bulunabilir. Mesela ‘reklam’ da denilebilir. Bu söylediklerime karşı
çıkanlar olabilir. Fakat sağduyu sahibi okuyucu ‘düşündüğünde’ kendi
değerlendirmesini çok daha sağlıklı yapacaktır.
Öyleyse, insanın ya da insanların gerçeklik algılarıyla uğraşmanın gereği nedir? Neden bazıları bazı başkalarının gerçeklik algılarını değiştirmek isterler? Bu sorunun cevabı çok basittir: Bunu kendi menfaatleri gereği yaparlar. Neden? Çünkü hayatın pek çok alanında kişiler arasında ya da kişilerden oluşan topluluklar arasında sonu gelmez bir ‘müzakere’ süreci yürür. Bu müzakerelerin esas amacı karşı tarafı ‘ikna’ etmektir. İkna beraberinde ‘rızayı’ getirir. İkna ve rızayla sonuçlanan her müzakere süreci bir anlaşma doğurur. Her anlaşma bir tür 'bölüşme' ilişkisidir bir bakıma: Kimi kimi ikna ettiği, neyin nasıl paylaşılacağına dairdir.
Elbette iknanın türlü yöntemleri olabilir. Bunlardan biri zor kullanmaktır. Fakat zorla ikna en pahalı olanıdır ve üstelik zor her durumda kullanılamaz. Maliyeti en düşük ikna yöntemi ise gerçekten sapan bir gerçeklik algısının yaratılmasıdır. Diğer tarafın - olabildiğince - 'gönlünün yapılmasıdır'. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bu konuyu başka denemelerde bambaşka yönleriyle yeniden düşüneceğim.
Bu denemenin özeti şudur: Gerçek ve algılanan gerçeklik daima aynı
şeyler değildir; algılanan gerçeklik değiştirilebilir ama gerçek değiştirilemez.
Emin Akçaoğlu, Mavişehir, 11 Şubat 2024