27 Mart 2024 Çarşamba

Günün en güzel zamanı

sabah erken 
altını hazırladıktan sonra 
getirirsin 
otururum 
oturursun 
kulpunda parmak mahmur 
suskun 
sesiz bir yudum 
sonra bir yudum daha 
ne kadar meşgul de olsa kafa 
içte derin bir huzur 
işte günün en güzel zamanı budur

izmir, yirmi yedi mart iki bin yirmi dört 
 © Emin Akçaoğlu

25 Mart 2024 Pazartesi

Kalabalıklar ve yalnızlık üzerine

Yalnızlık üzerine söz söylemeden önce kalabalıkları anlatmak gerekir. İnsanların büyük çoğunluğu yalnızlığı hiç sevmez. Bu sebeple, en ücra köşelere kaçıp tek başına yaşamayı tercih eden kişiler nadirdir. Onların dışında hemen herkes toplum içinde, kalabalık yerlerde yaşamayı tercih eder. Bunun türlü sebepleri olduğu ileri sürülebilir. Herşeyden evvel toplum içinde yaşamak hayatı kolaylaştırır. Kalabalıklar güçlüdür! Güvenlik sağlar. Tarihte insanın ve toplumun gelişme süreçleri düşünüldüğünde; bireylerin ve tabii kavimlerin birbirlerinin saldırılarından korunabilmek için kalabalık topluluklar içinde olmak istemelerini anlamak kolaydır. Eli silah tutan ‘ilave’ bir adam güvenlik hissini artırır. Kalabalıkların gücü türlü boyutlarda tartışılabilir.

Sadece çok sayıda insanın aynı yerde toplanması bile değer yaratır. Kent merkezlerinde nüfusun en yoğun aktığı meydanlar, caddeler ya da sokaklar; mülk fiyatlarının, kiraların ya da alınan satılan ürünlerin fiyatlarının genellikle en yüksek olduğu yerlerdir. Ticari değeri en yüksek binalar, kenarından gelip geçen insan sayısının en fazla olduğu geçiş güzergâhlarındadır. Kalabalıkların arazi rantının belki de biricik sebebi olduğu düşünülebilir. Büyük bir topluluk içinde yaşamanın başka faydaları da vardır.

Bir üretim tesisinin kapasitesinin büyük olması genellikle, daha küçük kapasiteli bir tesise kıyasla birim başına üretim maliyetini düşürür. Bu durum ‘sabit sermaye’ maliyetinin birim başına dağılmasından kaynaklanır ve ölçek ekonomisi olarak adlandırılır. Dolayısıyla, kalabalıkların bir coğrafya parçasında toplanması, orada altyapının daha ekonomik ve erişilebilir olmasını temin eder. Yolların; kanalizasyon, su, elektrik, doğalgaz ve telefon şebekelerinin; kısacası altyapı maliyetinin çok sayıda insan arasında paylaşılması, bu tür büyük yatırımları kolaylaştırır. Kentlerin kurulmasının sebeplerinden biri herhalde bu olsa gerektir.

Ayrıca, insanlar bir araya geldiklerinde işbölümü ve ticaret de kolaylaşır. Pazar yerleri insanların toplandıkları alanlardan ibarettir. Teknolojinin gelişmesiyle fiziksel pazar yerlerinin yerini dijital pazar yerleri almaya başlayınca; en büyük kalabalıkları toplayabilenler en çekici pazarlar olmuşlardır. Bu durumun başka bir örneği, iletişim hizmeti sunan şirketlerin durumudur. En büyük telefon şirketleri, dijital iletişim platformları, sosyal medya platformları en büyük kalabalıkları cezbedenlerdir. Bazılarının ‘ağ etkisi’ ya da ‘network etkisi’ dedikleri şeydir bu! İnsanlar büyük kalabalıklara katılmayı isterler. Çünkü böylelikle daha çok insana erişmek mümkündür. Bu tür dijital aracılar bir süre sonra ‘doğal tekeller’ konumuna gelir ve rakip tanımazlar. Çünkü sistem bir kez oturduğunda dijital evrende bile kalabalıklar yer değiştirmekte hayli tembeldir.

Aynı alanda faaliyet gösteren işyerleri genellikle aynı bölgelerde yerleşirler. Örneğin bir cadde yan yana lokantalarla, barlarla ya da kafelerle dolar. Rakiplerin olduğu bir cadde üzerine yerleşmektense, başka kimsenin yerleşmediği bir cadde üzerinde işyeri açmak ilkin bazılarına daha cazip görünebilir! Fakat fiili durum önemli bir gerçeğe dayanır: Aynı bölgedeki rakipler, rakip oldukları kadar birbirlerinin destekçisidir. Dolu bir restoranda boş masa bulamayan bir müşteri, evine dönmektense hemen yandaki restoranlarda boş masa var mı diye bakacaktır. Bu tür yığılmaların başka yararları da vardır: İşten ayrılan çalışanlar, aynı bölgedeki bir başka işyerinde çalışmaya başlayabilir; ya da personeli iş bırakan patronlar kancayı yandaki rakibin personeline takabilir. Burada ‘ekosistem’ kavramına da değinmeliyim! Bir araya gelen insanlar ya da insan topluluları (örneğin, firmalar ve başka her türlü organizasyon) bir bölgeye yığıldıklarında bir ekosistem yaratırlar. Organize sanayi bölgelerinin kurulmasının gerisindeki mantık, bölgedeki firmaların bir ekosistem oluşturmaları beklentisine dayanır. Bu tür sistemlerde her unsur sisteme birşeyler verip sistemden birşeyler alır. Deniz altındaki mercan kayalıkları da böyledir. Buralar inanılmaz sayıda rengârenk canlının iç içe yaşadıkları alanlardır.

İnsan topluluklarının en küçük birimi ‘ailedir’. Çekirdek aile; anne, baba ve çocuklardan oluşur. Büyük anneleri, büyük babaları, kardeşleri, kuzenleri de içeren geniş aile yapıları da mevcuttur. Aile topluluğu ‘güven’ duygusuyla iç içe olduğu için sıklıkla iş hayatına da uzanır. Hem dünyada hem de Türkiye’de irili ufaklı pekçok şirket aile şirketidir. Aile siyasi örgütlerde bile yer edinebilir. Monarşik örgütlenmelerin tamamı aileye dayanır. Krallıklar ve zenginlikler aileler etrafında inşa edilirken; kırsal kesimde tarım ve hayvancılıkla hayatını kazanan çok çocuklu ailelerin bir çeşit ekonomik örgütlenme modeli olduğu düşünülmelidir. Gelecek kaygısından güvenliğe; bedelsiz işgücü ihtiyacından bebek ölümlerinden kaynaklanabilecek risklerin bertaraf edilmesine kadar yığınla sebebi vardır çok çocuklu aileler kurmanın. Bu sadece köylerde değil kentlerde de böyledir. Konu aile olduğunda bile, yine insanın yalnız kalmama tercihi, hatta yalnız kalma korkusu belirginlik kazanır.

Kısacası, insanların ve insan toplulukları olan organizasyonların ekseriyeti kalabalık ortamları tercih ederler. Çoğu zaman bu, sadece bir tercih değil bir zorunluluktur. Kentler bu sebeple gittikçe büyümektedir.

Söyledim; yalnızlık üzerine söz söylemeden önce kalabalıkları anlatmak gerekir. Oysa insan, doğası gereği ‘özde’ yalnızdır. Kalabalıklar içindeyken de yalnızdır! Ailesi de olsa yalnızdır. Annesinin, babasının, kardeşlerinin, karısının, kocasının, çocuklarının ve tüm yakınlarının yanında da yalnızdır. İnsan yalnız doğar; yalnız ölür. Doğarken ya da ölürken başında yüzlerce insan olsa da yalnızdır. İnsan ne kadar yalnız olduğunu, sevdiği bir insanı kaybettiğinde daha iyi anlar! Kaybedilenin ‘yalnız’ gidişi; insana kendisinin de ne kadar yalnız olduğunu öğretir.

Günümüzde büyük kentlerde, çokkatlı apartmanlarda, iğne atılsa yere düşmeyecek caddelerde bile; insanın yalnızlığı artmaktadır. Aynı apartmanda ya da çevresi çitle çevrili sitede yaşayıp da sabahları karşılaştıklarında birbirlerine sadece “günaydın” bile diyemeyen kalabalıkların içinde insanın yalnızlığı göze batar.

Belki de bu sebeple, akıllı telefonun küçücük ekranına sıkışmaktadır insan. Belki bu yüzden apartman dairelerinde kedi köpek besleyenlerin sayısı bu kadar artmıştır. Belki sokak hayvanlarını besleyenlerinki de yalnızlıklarını giderme arayışıdır. Belki bu yüzden milyonlarca insan özel hayatının ayrıntılarını dijital mecralarda gözler önüne sererek ilgi görme çabasındadır.

İnsan özde yalnızdır! Çok büyük kalabalıkların içinde bile kendi içine döndüğünde yanızlık hissinin verdiği sızıyı için için hissetmektedir. Bu sızıyı gidermek için ne yaparsa yapsın, yalnızlık hissinden bütünüyle kurtulması imkansızdır. Bunun en temel sebebi herhalde ‘benlik’ olsa gerektir. Ben olmak hep biz olmanın önüne geçer. Ailenin bu kadar baskın bir konumu olmasının merkezinde bile benlik vardır.

Başkalarıyla konuşmaya çok ihtiyaç duyar insan. Anlatmak ister. Kimi anlatmaktan çok dinlemeyi sever gibi görünse de aslında hemen herkeste bir anlatma ihtiyacı vardır. Bunun temel sebebi de yalnızlık hissinin verdiği acıyı dindirmektir. Kendi içindeki konuşmanın, başkalarıyla sürdürülmek istenmesi yalnızlık hissinin azaltılması içindir. İnsan aslında sürekli anlatır; konuşur durur. En çok kendisiyle konuşur. Hiç çekinmeden... Tereddütsüz... Sansürsüz... Aklına geldiği gibi... Çünkü yapayalnızdır.

 © Emin Akçaoğlu, Mavişehir, 25 Mart 2024