Yalnızlık üzerine söz söylemeden önce kalabalıkları anlatmak gerekir. İnsanların büyük çoğunluğu yalnızlığı hiç sevmez. Bu sebeple, en ücra köşelere kaçıp tek başına yaşamayı tercih eden kişiler nadirdir. Onların dışında hemen herkes toplum içinde, kalabalık yerlerde yaşamayı tercih eder. Bunun türlü sebepleri olduğu ileri sürülebilir. Herşeyden evvel toplum içinde yaşamak hayatı kolaylaştırır. Kalabalıklar güçlüdür! Güvenlik sağlar. Tarihte insanın ve toplumun gelişme süreçleri düşünüldüğünde; bireylerin ve tabii kavimlerin birbirlerinin saldırılarından korunabilmek için kalabalık topluluklar içinde olmak istemelerini anlamak kolaydır. Eli silah tutan ‘ilave’ bir adam güvenlik hissini artırır. Kalabalıkların gücü türlü boyutlarda tartışılabilir.
Sadece çok sayıda insanın aynı yerde toplanması bile değer
yaratır. Kent merkezlerinde nüfusun en yoğun aktığı meydanlar, caddeler ya da
sokaklar; mülk fiyatlarının, kiraların ya da alınan satılan ürünlerin
fiyatlarının genellikle en yüksek olduğu yerlerdir. Ticari değeri en yüksek binalar,
kenarından gelip geçen insan sayısının en fazla olduğu geçiş güzergâhlarındadır.
Kalabalıkların arazi rantının belki de biricik sebebi olduğu düşünülebilir. Büyük
bir topluluk içinde yaşamanın başka faydaları da vardır.
Bir üretim tesisinin kapasitesinin büyük olması genellikle,
daha küçük kapasiteli bir tesise kıyasla birim başına üretim maliyetini düşürür.
Bu durum ‘sabit sermaye’ maliyetinin birim başına dağılmasından kaynaklanır ve
ölçek ekonomisi olarak adlandırılır. Dolayısıyla, kalabalıkların bir coğrafya
parçasında toplanması, orada altyapının daha ekonomik ve erişilebilir olmasını temin
eder. Yolların; kanalizasyon, su, elektrik, doğalgaz ve telefon şebekelerinin;
kısacası altyapı maliyetinin çok sayıda insan arasında paylaşılması, bu tür büyük
yatırımları kolaylaştırır. Kentlerin kurulmasının sebeplerinden biri herhalde bu
olsa gerektir.
Ayrıca, insanlar bir araya geldiklerinde işbölümü ve ticaret
de kolaylaşır. Pazar yerleri insanların toplandıkları alanlardan ibarettir.
Teknolojinin gelişmesiyle fiziksel pazar yerlerinin yerini dijital pazar yerleri
almaya başlayınca; en büyük kalabalıkları toplayabilenler en çekici pazarlar
olmuşlardır. Bu durumun başka bir örneği, iletişim hizmeti sunan şirketlerin durumudur.
En büyük telefon şirketleri, dijital iletişim platformları, sosyal medya
platformları en büyük kalabalıkları cezbedenlerdir. Bazılarının ‘ağ etkisi’ ya
da ‘network etkisi’ dedikleri şeydir bu! İnsanlar büyük kalabalıklara katılmayı
isterler. Çünkü böylelikle daha çok insana erişmek mümkündür. Bu tür dijital
aracılar bir süre sonra ‘doğal tekeller’ konumuna gelir ve rakip tanımazlar.
Çünkü sistem bir kez oturduğunda dijital evrende bile kalabalıklar yer
değiştirmekte hayli tembeldir.
Aynı alanda faaliyet gösteren işyerleri genellikle aynı
bölgelerde yerleşirler. Örneğin bir cadde yan yana lokantalarla, barlarla ya da
kafelerle dolar. Rakiplerin olduğu bir cadde üzerine yerleşmektense, başka
kimsenin yerleşmediği bir cadde üzerinde işyeri açmak ilkin bazılarına daha
cazip görünebilir! Fakat fiili durum önemli bir gerçeğe dayanır: Aynı bölgedeki
rakipler, rakip oldukları kadar birbirlerinin destekçisidir. Dolu bir
restoranda boş masa bulamayan bir müşteri, evine dönmektense hemen yandaki
restoranlarda boş masa var mı diye bakacaktır. Bu tür yığılmaların başka yararları
da vardır: İşten ayrılan çalışanlar, aynı bölgedeki bir başka işyerinde
çalışmaya başlayabilir; ya da personeli iş bırakan patronlar kancayı yandaki
rakibin personeline takabilir. Burada ‘ekosistem’ kavramına da değinmeliyim!
Bir araya gelen insanlar ya da insan topluluları (örneğin, firmalar ve başka
her türlü organizasyon) bir bölgeye yığıldıklarında bir ekosistem yaratırlar. Organize
sanayi bölgelerinin kurulmasının gerisindeki mantık, bölgedeki firmaların bir
ekosistem oluşturmaları beklentisine dayanır. Bu tür sistemlerde her unsur sisteme
birşeyler verip sistemden birşeyler alır. Deniz altındaki mercan kayalıkları da
böyledir. Buralar
inanılmaz sayıda rengârenk canlının iç içe yaşadıkları alanlardır.
İnsan topluluklarının en küçük birimi ‘ailedir’. Çekirdek
aile; anne, baba ve çocuklardan oluşur. Büyük anneleri, büyük babaları,
kardeşleri, kuzenleri de içeren geniş aile yapıları da mevcuttur. Aile
topluluğu ‘güven’ duygusuyla iç içe olduğu için sıklıkla iş hayatına da uzanır.
Hem dünyada hem de Türkiye’de irili ufaklı pekçok şirket aile şirketidir. Aile
siyasi örgütlerde bile yer edinebilir. Monarşik örgütlenmelerin tamamı aileye
dayanır. Krallıklar ve zenginlikler aileler etrafında inşa edilirken; kırsal
kesimde tarım ve hayvancılıkla hayatını kazanan çok çocuklu
ailelerin bir çeşit ekonomik örgütlenme modeli olduğu düşünülmelidir. Gelecek
kaygısından güvenliğe; bedelsiz işgücü ihtiyacından bebek ölümlerinden
kaynaklanabilecek risklerin bertaraf edilmesine kadar yığınla sebebi vardır çok
çocuklu aileler kurmanın. Bu sadece köylerde değil kentlerde de böyledir. Konu
aile olduğunda bile, yine insanın yalnız kalmama tercihi, hatta yalnız kalma korkusu belirginlik kazanır.
Kısacası, insanların ve insan toplulukları olan organizasyonların
ekseriyeti kalabalık ortamları tercih ederler. Çoğu zaman bu, sadece bir tercih
değil bir zorunluluktur. Kentler bu sebeple gittikçe büyümektedir.
Söyledim; yalnızlık üzerine söz söylemeden önce kalabalıkları
anlatmak gerekir. Oysa insan, doğası gereği ‘özde’ yalnızdır. Kalabalıklar
içindeyken de yalnızdır! Ailesi de olsa yalnızdır. Annesinin, babasının,
kardeşlerinin, karısının, kocasının, çocuklarının ve tüm yakınlarının yanında
da yalnızdır. İnsan yalnız doğar; yalnız ölür. Doğarken ya da ölürken başında
yüzlerce insan olsa da yalnızdır. İnsan ne kadar yalnız olduğunu, sevdiği bir
insanı kaybettiğinde daha iyi anlar! Kaybedilenin ‘yalnız’ gidişi; insana kendisinin
de ne kadar yalnız olduğunu öğretir.
Günümüzde büyük kentlerde, çokkatlı apartmanlarda, iğne
atılsa yere düşmeyecek caddelerde bile; insanın yalnızlığı artmaktadır. Aynı
apartmanda ya da çevresi çitle çevrili sitede yaşayıp da sabahları
karşılaştıklarında birbirlerine sadece “günaydın” bile diyemeyen kalabalıkların
içinde insanın yalnızlığı göze batar.
Belki de bu sebeple, akıllı telefonun küçücük ekranına sıkışmaktadır
insan. Belki bu yüzden apartman dairelerinde kedi köpek besleyenlerin sayısı bu
kadar artmıştır. Belki sokak hayvanlarını besleyenlerinki de yalnızlıklarını
giderme arayışıdır. Belki bu yüzden milyonlarca insan özel hayatının
ayrıntılarını dijital mecralarda gözler önüne sererek ilgi görme çabasındadır.
İnsan özde yalnızdır! Çok büyük kalabalıkların içinde bile
kendi içine döndüğünde yanızlık hissinin verdiği sızıyı için için
hissetmektedir. Bu sızıyı gidermek için ne yaparsa yapsın, yalnızlık hissinden
bütünüyle kurtulması imkansızdır. Bunun en temel sebebi herhalde ‘benlik’ olsa
gerektir. Ben olmak hep biz olmanın önüne geçer. Ailenin bu kadar baskın bir
konumu olmasının merkezinde bile benlik vardır.
Başkalarıyla konuşmaya çok ihtiyaç duyar insan. Anlatmak
ister. Kimi anlatmaktan çok dinlemeyi sever gibi görünse de aslında hemen
herkeste bir anlatma ihtiyacı vardır. Bunun temel sebebi de yalnızlık hissinin
verdiği acıyı dindirmektir. Kendi içindeki konuşmanın, başkalarıyla sürdürülmek
istenmesi yalnızlık hissinin azaltılması içindir. İnsan aslında sürekli
anlatır; konuşur durur. En çok kendisiyle konuşur. Hiç çekinmeden... Tereddütsüz... Sansürsüz... Aklına geldiği gibi... Çünkü yapayalnızdır.
© Emin
Akçaoğlu, Mavişehir, 25 Mart 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder